MUTLU MUSUN?

İktisat ya da ekonomi neyi anlatır?  İktisat deyince akla hemen ekonomi programlarındaki karmaşık rakam ve semboller veya telaffuzunda bile zorlandığımız  çok sayıda bilimsel terim akla geliyor.  “Ekonomi nereye gidiyor?” şeklindeki bir soruyu sokaktaki vatandaşa yönelten gazete muhabirleri borsa, döviz, avro, dolar,  faiz,  enflasyon ve  pahalılık gibi birkaç kelimenin dışında başka bir yorum duyamıyorlar.  Bu yorumlar genellikle sürekli yakınan şikayet eden memnuniyetsizlik içeren ifadelerle dolu oluyor.  Birçok vatandaş tam olarak bilmediği   çok sayıda iktisadi kavramı kullanarak  içinde bulunduğu durumu anlatmaya çalışıyor…

İktisat aslında insan hayatının en temel problemlerinden birisi olan  “mutluluk”  ile ilgili bir bilim dalıdır. İçinde benim de yer aldığım bazı iktisatçılar mutluluğu şu şekilde tarif ediyorlar: Elde edilen ile arzu edilen arasındaki denge. Bu dengeyi kurabilmek kolay bir iş değildir. Biz otomatik olarak çok parası olanların,  yani “zenginlerin” çok da mutlu olduklarını düşünüyoruz. Oysa bilimsel gerçekler bunun çok da doğru bir varsayım olmadığını gösteriyor.  Amerika Birleşik Devletleri'nde yapılan bir araştırma aylık ortalama  geliri 6500 dolar civarında olanların mutluluk katsayısı  en yüksek bireyler olduğunu,  ortalama gelir bu rakamın üzerine çıktıkça veya bu rakamın altına indikçe mutluluk katsayılarının düştüğünü gösteriyor.  Gelir düştükçe mutluluk seviyesinin düşmesini rahatlıkla anlayabiliyoruz.  Çünkü insanlar temel ihtiyaçlarını karşılayamadıkça elbette mutsuz ve huzursuz olurlar.  Açlık, giyinme ve barınma en temel ihtiyaçlarımızdır,  karşılanmamaları  halinde ızdırap verirler.  Buradaki asıl bilmece ortalama gelir seviyesi yükseldikçe neden mutsuzluğun seviyesinin  arttığıdır. Aslında cevap oldukça basit. Ne demiştik,  mutluluk elde edilen ile arzu edilen arasındaki dengedir.  Elde edilen insanların gelirleridir,  kazançlarıdır. Bu gelirler yükseldikçe  insanların arzu ettikleri şeyler de  artar.  Önemli olan insanların arzu ettikleri şeylerin gelirleriyle orantılı olarak artmasıdır.  Ama eğer   arzularımız  ya da satın alma istediklerimiz    gelirlerimizden  çok daha fazla artıyor ise  mutsuzluk kaçınılmaz olarak artar.  Eski gelir düzeyinde mütevazı  bir evde oturan,  yine mütevazı  bir otomobil kullanan bir  kişi  gelir düzeyi yükseldikçe daha lüks bir evde oturma,  pahalı bir otomobil kullanma arzusuna kapılır. Eğer bunlara ulaşamazsa mutsuz olur. Kısa zamanda yüksek gelir seviyesine ulaşma hırsı işte bu duygudan beslenir. İş dünyasında yapılan birçok hata, etik dışı davranışlar, çeşitli suç şekilleri hep  bu nedenlerle ortaya çıkar. “Köşeyi dönme” denilen kavram da budur, az emekle çok kısa zamanda yüksek gelir ve yaşam standardına ulaşma arzusu insana büyük hatalar yaptırır.

“Mutluluk= Elde Edilen/Arzu Edilen”   şeklinde  ifade edilen mutluluk katsayısını  yükseltmenin iki yolu vardır:  Ya elde ettiklerinizi  kontrol edeceksiniz ya da arzu ettiklerinizi. Elde ettiklerimizi artırmak kolay değildir,  alın teri ister,  çaba ister,  fedakarlık ister.  Gelirini artırmak isteyenler  çok daha fazla çalışmalıdır,  mesai yapmalıdır,  ikinci bir işte çalışmalıdır.  Oysa arzu ettiklerimizi kontrol etmek  çok daha kolaydır.  Daha iyi bir ev, daha iyi bir araba,  daha iyi bir cep telefonu veya pahalı giysiler elde etme arzusu tamamıyla “beynimizde” oluşur. Yaşadığımız çevre,  arkadaşlarımız,  yakınlarımız,  izlediğimiz filmler,  her türlü reklamlar  tüketim seviyemizi önemli ölçüde etkiler.  Kapitalist dünya  hep daha çok tüketmemizi  ister,  çünkü çarkları döndüren güç tüketimdir. Ama eğer gelirimizin çok üzerinde bir tüketim dünyasını  arzularsak mutsuzluğumuz garantidir. Üretmeden tüketen insanlar ve ülkeler mutsuzluğa mahkumdur.

Hayatta her şey bir denge üzerine kuruludur. Mutluluk insan ruhundaki dengenin adıdır. İşte iktisat,  bu dengenin nasıl kurulacağını araştıran  bilimdir.

-