Bir ülkenin ekonomik gücünü ölçmenin en bilinen yolu bu ülkelerin Gayri Safi Yurtiçi Hasıla’larını  (GSYH)  hesaplamaktır.  Şöyle düşünelim: Bir ülkenin tüm vatandaşları 1 Ocak ve 31 Aralık tarihleri arasında gece gündüz çalışarak çilekli bir pasta  üretsin.  İşte bu pastanın  piyasa değerine  GSYH  denir.  Doğaldır ki  her ülkenin  ürettiği pasta farklı büyüklükte olacaktır.  Pastanın büyüklüğü o ülkenin kullandığı kaynaklara ve  teknolojisine bağlıdır. En büyük pastayı üreten ülke  ekonomik olarak en güçlü ülkedir. Tabii bu arada o pastanın nasıl paylaşıldığı da önemli bir sorundur.  O ülkede yaşayan insanlar pasta büyüdükçe  pastadan daha büyük dilimler tüketebiliyor  ise ekonomik büyüme bu ülke insanlarının refahını artırmaktadır. Tam aksine pasta büyüyor ama bu ülke insanlarının  tükettiği pasta diliminin  büyüklüğü değişmiyor ise  bozuk bir gelir dağılımı ortaya çıkar.  O halde hem pasta büyümeli hem de o ülke insanlarının tükettiği pasta dilimi de büyümelidir.

Türkiye 2018 yılı içerisinde yaklaşık 3,5 trilyon TL’lik mal ve hizmet üretti. Bu rakam Bir önceki yıla göre yaklaşık % 3’lük  bir ekonomik büyümeye işaret ediyor.  Yani  80 milyonluk Türkiye’nin  üretmiş olduğu pasta bir önceki yıla göre % 3  büyümüştür. Bu oran nüfus artış hızımızdan daha yüksek olduğu için refahımızın arttığı ortadadır.  Dolayısıyla nüfus artış hızının üzerindeki her ekonomik büyüme oranı   ülke refahının   arttığı  anlamına  gelmektedir.

 Peki ülkeler arasındaki ekonomik güç sıralamasını neye göre yapacağız?  Her ülkenin para birimi farklı olduğu için ortak bir kararla ülkelerin GSYH’leri ABD doları cinsinden ifade edilir.  Yani her ülkenin ulusal para birimi cinsinden GSYH’si  o ülkedeki ABD dolar kuru değerine  bölünür. ABD dolarının satın alma gücü her ülkede farklıdır.  1 dolar ile ABD’de,  İsviçre'de,  Rusya'da,  Çin'de,  Etiyopya'da,   Brezilya'da ve Türkiye’de farklı miktarlarda mal satın alabiliriz.  Örneğin İsviçre'deki  vasat  bir ücretle  Türkiye'de yüksek  hayat standartlarını yakalayabiliriz. Dolayısıyla bu iki ülkeyi cari döviz kuru üzerinden karşılaştırmak bizi yanıltabilir.  O nedenle uluslararası karşılaştırmalarda satın alma gücü paritesi adı verilen yöntemin daha sağlıklı sonuç verdiği düşünülmektedir. Buna göre 2018 yılı için IMF tarafından yapılan sıralama tabloda görülüyor. Buna göre Çin 2018 yılında 25.2 trilyon dolar ile ilk sırada, ABD 20.4, Hindistan ise 10.3 trilyon dolar ile onu takip ediyor. Türkiye ise 2.3 trilyon dolar ile 13. sıraya yerleşmiş durumda ve İspanya, Güney Kore,  Kanada ve  Avustralya gibi  ülkeleri  geride bırakmış konumda.

Ciddi uluslararası araştırma kuruluşlarının  birçoğu Türkiye'nin önümüzdeki yıllarda GSYH  açısından daha da üst  sıralara   tırmanacağını  öngörüyor. IMF, Dünya Bankası, HSBC, Goldman Sachs ve  PwC gibi  kuruluşlar Türkiye'nin yakın zamanda dünyanın 12. ekonomisi olacağını  tahmin ediyorlar. Yine bu kuruluşların  tahminlerine göre Amerika Birleşik Devletleri,  Almanya ve  Fransa gibi  zengin batılı devletler  ekonomik güç sıralamasında giderek irtifa kaybedecekler.  Çin ve Hindistan birlikte  2050 yılında dünyadaki mal ve hizmetlerin yaklaşık yarısını üretecekler.

Dünya ülkelerinin ekonomik güç sıralamasındaki yerleri 100 yıllık bir sürede bile değişebilir.  1900'lerin başında dünyanın en zengin ülkeleri arasında yer alan Arjantin ve Avustralya bugün ilk 10 arasında bile yer bulamıyor. Dolayısıyla ülkelerin ekonomik güç sıralaması  kader değildir. Çalışan,  alın teri döken,  teknoloji üreten ülkeler büyür ve ekonomik güç kazanır.  Ekonomik güç iyi değerlendirilebilirse  uluslararası  siyasi ve askeri gücü de beraberinde taşıyabilir.

 Türkiye'nin yükselişi “herşeye rağmen”  bir yükseliştir. Yıllardır  sabırla  terörle mücadele eden,  darbe girişimlerini geri püskürten,  komşu ülkelerin ve diğer dünya ülkelerinin  yardımına koşan,  her türlü askeri ve finansal saldırıyla savaşan Türkiye,   her şeye rağmen yükseliştedir. Günlük hayattaki  kısır tartışmalar bu başarıyı gölgelememelidir. Türkiye artık yapısal sorunlarına odaklanmalıdır. Ekonomik büyümemiz hızlandıkça ara mal ithalatının önümüzü kesmemesi ve kronik cari açık  sorununun çözümlenmesi için yapılan çalışmalar  giderek yoğunlaşmaktadır.  Her sektörü besleyen ve  en çok kullandığımız 2500’e yakın  ithal girdi  tespit edilmiştir. Bu girdiler  yerli firmalar tarafından yeterli miktarda üretildiğinde cari açık  sorunumuz da yavaşça ortadan kalkacaktır.

- - - -