Astigmat kişilik

Geçmişten adam hisse kaparmış..Ne masal şey!

Beş bin senelik kıssa yarım hisse mi verdi?

“tarih”i ‘tekerrür diye tarif ediyorlar;

Hiç ibret alınsaydı, tekerrür mü ederdi?

                                                                                              (Akif)

Cumhurbaşkanlığı forsundaki 16 yıldız ve ortasındaki güneş kurduğumuz devletlerdir ki; mazinin ışığında tarihin tekerrürüdür. Şayet yüksek miyopi hafızamızın tedavisi mümkün olsaydı aslında bizim 32 beyliğimizin olduğunu ve bu beyliklerin dün ve bugünkü dünyamızda birçok ülkeden daha büyük olduğunu görürdük. Öyle renkli beyliklerdi ki günümüzdeki birçok devletten daha çok tarihe nam ve kültür bıraktığını tahmin etmek hiç de zor değildi. Tarihin derinliklerine ulaşamayan hafızamız olduğu gibi yakın tarihimizi ve yakın coğrafyamızı göremediğimizi fark etmemiz gerekir. Hem hipermetropik algılarımız hem de miyopi hafızamız bizi zamanla astigmat bir kişiliğe mecbur bırakmıştır. Yaklaşık bir asırdır ileri-geri gidemeyen bu coşkun ırmak; dayatılan setlere, örülen bentlere boyun eğmiş ve kendi içinde dönüp durmuştur. Olduğu yerde kalmaktan balçığa, bataklığa mahkûm olmuştur. Yakın siyasi tarihimizde her kim ki başını bu bentlerden çıkarmaya çalışmışsa ya başı vurulmuş ya da alttan birisi ayağını çekmiştir.

            Merhum Özal’ın güzel bir tespiti vardı: “Bizim ülkemiz orta kuşakta yer aldığı için duygusal insanlar oluyoruz. Bu sebeple bizden adam satın almaları kolay oluyor.” Kolay satın alınan bu adamlar da başımızı bentten yukarı kaldırdığımızda ayağımızı çekenler oluyor.

            Çok kısa düne bakacak olursak; gezi olayları, 17-25 Aralık, Kobani olayları, Hendek olayları, 15 Temmuz vakası ve nihayetinde Suriye (Elbab, Ceraplus, Afrin ve elbette Münbiç). Bütün olayların müsebbibini oranlasak %80’i içimizdeki satın aldıkları adamlardan çıkar. % 20’lik kısımda ise düşmanlarımızın direkt dahli vardır. Şimdi gözlerimizi kapatıp sadece 3-5 sene içerisinde olan şu olayların hiç yaşanmadığını bir hayal etsek acaba bugün nasıl bir Türkiye olurdu. Reis’in yerinde herhangi bir siyasi aktör olsaydı;  bırakın ülkeyi toparlamayı, çekip çevirmeyi şimdiye çoktan bilinen geçmiş zaman ekine mazhar olurdu. Ya da kafes sisteminde yetişmiş Sultan Deli İbrahim gibi balıklara altın atmaktan büyük bir memnuniyet duyardı.

            Her ne zaman reise “öf” desem hali ruhiyemde hemen aklıma ayağımızı çekenler, bizi bataklığa mahkûm edenler gelir. Ancak yine de sükûtu isyanım liyakat ve adalet diye on beş milyar beyin hücremle ruhuma haykırmakta.

            Azgın sular gibi coşup gürlemeyi, yırtıp bentleri kızıl elmaya koşmayı ne çok isterim oysa. Hem duyun hem de inanın ki birbirimizin ayağını çekmedikçe hiçbir set bize engel olamayacaktır. Bugün, tam da bu curcunanın içerisindeki ahvalde Gül, Davutoğlu ve Babacan denklemi karşımıza çıkmakta. Ak partinin bu kişileri kırıp incittikleri su götürmez bir gerçek. En basiti parti kongrelerine davet ederken bile sanki Gaziantep’in İslahiye ilçesi delegesini davet eder gibi ettiler. Bu kişiler değil partiden isterse öpöz amcanın oğlu olsun bu sıradanlığı hak etmediler. Devlet terbiyesinde saygı esastır. Hiyerarşi şarttır. Bakanlık, başbakanlık hatta cumhurbaşkanlığı yapmış bu insanlara hiç yoktan makamlarına hürmeten daha hassas davranılmalıydı. Bir de madalyonun öbür yüzü var tabi. Başkanlık seçimlerinde Sayın Gül’ün ismi ön plana çıktığında pür dikkat gelişmeleri takip ettik. Sayın Gül ekranlara çıktığında bekledik ki “Bizler milli görüşten gelen insanlarız. Kan kussak kızılcık şerbeti içtik deriz. Ben partime ve dolayısıyla davama yüz çeviremem, yüzsüzlük edemem” desin. Ancak o çıkıp muhalefetin bir konsensus oluşturamadığını bu sebeple aday olamayacağını açıklamasıyla tam bir hüsran yaşadık. Şimdi kurdukları-kuracakları parti Recep Tayyip Erdoğan’a galebe gelebilir mi? Gelemez. Öyleyse ancak Ak Parti’nin oyunu çalacak. Peki bu durumda kazanan kimler olacak? Davaya sadakat bu mudur? Milleti balçığa, bataklığa mahkûm etmek bu ülkeyi, bu milleti sevmek midir?  Öyle ki bir gönül insanının araya girerek makamların, mevkilerin gök kubbede hoş bir seda bırakmaktan öte bir anlamı olmadığını, bizim bütün çilemizin davaya hizmet olduğunu anlatmalı.

            İçimizde ki sorunları çözüp oluşturacağımız sinerji ile küffarla cenk etmeliyiz. Atilla’nın dediği gibi “Eğer sınırlarınızda sorun varsa bunu gidermenin tek yolu sınırlarınızı genişletmektir”.  Bunu Suriye’de nispeten yaptık-yapıyoruz. Aynı manevra ve kabiliyeti Irak’ta da göstermeliyiz. Kaldı ki yakın siyasi tarihimizde dâhil Türk’ün girdiği topraktan çıktığı pek de görülmüş şey değil. Futbolda kaleci topu oyuna sokunca rakip sahada pres yaparsınız. Çünkü bilirsiniz ki rakibe engel olamazsanız kendi sahanıza gelecektir. Sizi kendi yarı alanınıza mahkûm edecektir. İşte mahkum olmamak için, mağlubiyet yaşamamak için bütün oyuncularınızla tam saha pres yapmak elzemdir.

            Kokuşmuş bir bataklık kaderimiz mi olsun? Astigmat bir kişilikle tarihin yüz karası mı olalım? Vecd ile dirilip Allah Allah diyerek yırtıp bentleri enginlere sığmayıp taşalım.

Diyordu ya şair:

“Biz ki ustasıyız vatan sevmenin.”

Usta gönüllere selam olsun..

- - - -